Barbie çılgınlığına ya çoktan dahil oldunuz ya da her dakika basından ve sosyal medyadan bu çılgınlığı şaşkınlıkla izliyorsunuz. Belli bir yaşın üzerindeyseniz bu çılgınlığa bir anlam veremiyor olabilirsiniz. İşin ilginç yanı, artık Barbie de bir anlam veremiyor.

Bir Barbie filminden temel beklentimiz, mahallemizin şımarık kızı Barbie’nin çeşitli maceralara atılması ve bir şekilde çevresiyle iyi ilişkilerini, iyimserliğini ve elbette cazibesini de kullanarak mutlu sona ulaşmasıdır. Eh, Hollywood da genel olarak kahramanları bu olay örgüsü kapsamında ele almayı sever.

Modern kültürde, gündeme “sinemalara Barbie filmi geliyormuş” diye bir bilgi düştüğünde, bu filmin Barbie çılgınlığını alıp çok daha ileri seviyeye taşıyacak bir araç olduğu düşünülür. Barbie öylesine kült bir marka ki, gerçekten de sadece sinemalara filmi geliyor diye inanılmaz bir ürün ve satış artışı yaşandı. Barbie kültürü, ortada bir Barbie filmi yokken bile sinemaya veya bir eğlenceye Barbie’ye özenerek giyinip süslenip giden insanlar yaratmışken, söz konusu Barbie’nin başrolünde kendisinin oynadığı bir film olduğunda daha abartılı bir sonuçla karşılaşmak şaşırtıcı olmamalıydı.

Herkes hazırlandı, süslendi, günler önceden biletler alındı, büyük boy patlamış mısırlar kucaklandı ve film başladı. Barbie’nin pembe ve mutlu dünyasında her şey alışılmış espriler içerisinde ilerlemeye başladıktan kısa bir süre sonra beklenmedik ve belki de bir Barbie filminde karşılaşmayı asla beklemeyeceğiniz şey oldu:

Barbie filmde varoluşsal krize girdi!

Barbie bunalımının nedenini arıyor. Photo – Warner Bros.

Ben kimim, bu dünyaya neden geldim, Ken için bir anlamım var mı, erkekler kimdir, kadınlar niye böyle, bu dünya nereye gidiyor, neden var edildik, beni kim var etti, beni birisi mi oynatıyor, kendi kararlarımı kendim mi veriyorum yoksa daha büyük bir irade mi var vs.

Pandemiden yeni çıkmış endişeli modern burjuva bu krizlere girer de, Barbie neden girmesin? Siz bunca zaman ona benzemeye çalışıp biraz başarı da elde edince “benim Barbie’den neyim eksik” diye sordunuz. Şimdi de sıra Barbie’ye gelmiş, Barbie “benim bunlardan neyim eksik” diye soruyordu.

Gerçekten Barbie gibi giyinip sinemaya gelen 13-14 yaş altı kitlenin neler olduğunu anlayacak hali (fikri) olsa filmin ilk 15 dakikasından sonra çıkıp gideceklerdi de, henüz o bilinçleri gelişmediğinden sonuna kadar kaldılar. İkinci perdede salondaki ergenlerin sesi hiç çıkmıyordu. Kendileri Barbie’ye benzeyen kıyafetlerle sinemaya geldiği halde, kahrolası Barbie, annelerine benzemişti.

Varolmanın hakikatiyle yüzleşen bir ikoncan

Bu filmi ister sinemada, ister yakın gelecekte vizyona gireceği bir streaming platformunda mutlaka bir kez izleyip kendi deneyiminizi yaşamalısınız.

Filmi baştan sona kadar büyük bir yıkama – arınma seansına dönüştüren Mattel’in marka yönetimi ekibini gerçekten kutlarım. Barbie bu filmde sizin duygularınızla oynamayı bırakıp, deyim yerindeyse sizlerden biri olmaya karar veriyor. Onlarca yıldır markaya yapışıp kalmış tüm algısal ve kültürel krizlere cevap veriyor. 

Mattel bu filmi yaparken her ülkenin kültürüne uygun bir final yazılıp o ülkede gösterime girmeyi düşünse, bizim versiyonda Barbie varoluşsal krizinin sonunda kendini umrede bulurdu, hiç şüphesiz. Elbette umre kıyafetli, ihrama bürünmüş Barbie 999 TL’den, hacı sakallı Ken 899 TL’den, Mescid-i Dollhouse da 1.999 TL’den oyuncakçılarda satışa sunulurdu, ona da şüpheniz olmasın. 

Bu tip yerelleşme henüz hiçbir filmde karşımıza çıkmasa da, pazarlama ekibi ve senaristler kadınların aklının içine doğru bir biçimde girmeyi bir kez daha başarmış diyebilirim. Barbie varoluşsal krizini aşmak için bizim endişeli modern burjuva gibi sadece Instagram’a bakayım, negatif insanları etrafımdan uzaklaştırayım, evrene enerji göndereyim, yoga, meditasyon, yıldız falı mutluluk üçgeni içinde tur atayım gibi sığlıklara kendini hiç kaptırmadı. Filmde gerçek hayata girip kendi uyanışını yaşadı ve hakikatle yüzleşip gerçeğin ta kendisi olmaya karar verdi. Kendi varlığının ve hayatının sorumluluğunu almayı başardı.

Anime veya çizgi karakterlerin sinemaya uyarlanmış filmlerinde gerçek hayata girmelerine çoğu kez tanıklık ettik. Alvin ve Sincaplar, Şirinler, Bugs Bunny, Tom ve Jerry çok başarılı uyarlamalarla beyaz perdeye aktarıldı. Şirinler, yine Gargamel’den kaçıp New York’a geliyordu ama bir varoluş krizine girmeden kendi hayatlarını aramızda yaşamaya devam ediyordu. Tersi de mümkün oluyordu, Space Jam’de Michael Jordan anime karakterlerin dünyasına girip kendini kurtarmak için kıran kırana bir basketbol maçı oynuyordu ama bunlarda varoluşsal meseleler yoktu.

Barbie’nin krizi, hiç de öyle yabana atılacak bir kriz değil. Sinemada eşi benzeri görülmemiş bir kriz. Barbie bu kez gerçekten sizin ayakkabılarınızı giyip hayata atılıyor. Bu bence çok büyük ve başarılı bir sıçrama.

Barbie ilk kez size hayal kurdurmayı bırakıp, sizin dünyanızın gerçeklerini sizinle birlikte yaşıyor.

Alman Lilli’nin Barbie’ye dönüşümü

Filmde Ruth Handler de var. Ruth, 2002 yılında hayatını kaybetmiş, Barbie’nin yaratıcısı.

Barbie alemlerinin rabbi, özetle.

Ruth, 1956 yılında kızı ve oğluyla birlikte Avrupa’ya bir aile tatiline gidiyor. Tatil sırasında Alman yapımı bir oyuncağa denk geliyor. Oyuncağın adı Bild Lilli. Lilli, aslında çocuklar için değil, erkekler için tasarlanmış bir kadın figürü. Ruth bu oyuncaklardan 3 adet satın alıyor. Eşiyle birlikte Mattel oyuncak şirketinin kurucu ortaklarından olan Ruth Handler, Lilli’yi ABD’ye getirince onu genç modası yaratacak bir karakter olarak piyasaya sürmeye karar veriyor.

Barbie’nin ahlâkını belki çok tartıştınız ama Barbie’ye ahlâkını ilk giydiren ve onu ailenin bir üyesi haline getiren Ruth Handler’in bu ürün tasarımıdır. Adının ilhâmını Ruth’un kendi kızı Barbara’dan alan, tam adıyla Barbara Millicent Roberts “Barbie” ilk kez 1958’de 3 dolarlık satış fiyatıyla satışa çıktıktan sonra, 9 Mart 1959’da New York’da düzenlenen Uluslararası Amerikan Oyuncak Fuarı’nda dünyaya tanıtıldı.

Mattel, 1964 yılında Bild Lilli’nin tüm fikrî mülkiyet ve patent hakları için Greiner & Hausser’s şirketine 22 bin dolara yakın para ödeyerek satın aldı ve o güne dek 130 bin adet satılmış Lilli’nin üretimine son verdi.

Barbie kendi kutusundan çıkıyor

Filmin en epik anı, Barbie’nin Mattel şirketinin tepe yönetim katına gelip orada oyuncak satışlarının kaderine yön vermeye çalışan bir salon dolusu erkek yöneticiyle karşılaştığı ve sahiplerinin de onlar olduğunu anladığı sahneydi, bana göre. Filmde, buradaki karar vericiler çok zeki insanlar olarak görünmüyordu. Barbie o kadar iyi bir ürün fikriydi ve Barbie’yi sevenler öylesine ona bağlıydı ki, belki de şirket sahiplerinin çok zeki olmasına gerek yoktu. Bu bölümde Mattel yöneticileri Barbie kendi uyanışını yaşamasın diye onu kovalıyor gibi görünseler de bu sahneler filmde ciddiye alınacak bir kovalamacaya hiç dönüşmedi. Aslında Barbie ne kadar önden koşup ilerlerse Mattel de o kadar büyüyordu. Ben bunu son derece gerçekçi buldum.

Barbie markası 50 farklı ürün kategorisinde satış yapıyor. Dünyanın 150 ülkesinde, her 2 dakikada bir Barbie Dollhouse, dakikada ise 100 Barbie satılıyor. Mattel günümüze dek 1 milyar adetten fazla Barbie sattı. Barbie, şirketin en kârlı ve en yüksek gelir kazandıran ürünü olarak biliniyor.

“You Can Be Anything” mottosuyla doğan ve günümüze kadar çocuklara kişilikleri ve gelecekleriyle ilgili hayal kurdurmaya çalışan Barbie, son yıllardaki marka krizlerinin sonunda belli bir konumlandırmaya ulaşmış gibi görünüyor. Barbie bundan sonra size ne olmanız gerektiği konusunda hayal kurdurmak yerine, sizin sorunlarınızı sizinle birlikte yaşayacak, krizlerin içinde olacak, aynı çıkmazlara girecek, sizinle ağlayıp sizinle gülecek.

Peki bize kim hayal kurduracak diye düşünüyorsanız, siz yine aynı ikilemle karşı karşıyasınız:

Barbie’ye benzemek veya benzememek!

Barbie, gerçekler ne kadar canını acıtırsa acıtsın, kendini var etmek üzere yola çıktı. Siz de dilerseniz onun gibi gerçeklerle yüzleşin ve sizi aptallaştıran pozitivizm oyunlarını bırakın… Veya eski bir Barbie kopyası gibi hayaller dünyanızda sahte bir kimlik yaratarak sandığınız şey olmaya çalışın.

Benim için filmin en büyük ödülü, kızlarıma artık net bir şekilde “filmdeki Barbie’ye benzeyin” diyeceğim.