Koronavirüs nedeniyle bugüne dek hayatını kaybeden tüm insanlara rahmet diliyorum. Dünya hiç şüphesiz çok büyük bir sınavdan geçiyor. Deyim yerindeyse, tam bir bitirme sınavı. Ya insanlıktan mezun olacağız ya da bu virüs insanlığı bitirecek.

Konuya bir vatandaş olarak değil de, biraz Sokrates gibi (cahil) bakmaktan kendimi alamıyorum arada bir. Neden arada bir; çünkü çoğumuz gibi ben de virüsün yapabileceklerinden çekiniyorum ve çekinerek baktığım zamanlarda maske, mesafe, hijyen, hasta sayısı, vaka sayısı, yasaklar, kurallar gibi ayrıntılara takılıyorum. Bu ayrıntılardan sıyrıldığım her an, Covid-19 bize ne yaptı diye baktığımda, engel olamadığım bir hayranlık duyuyorum bu virüse.

Anlatayım:

Dünya olağanüstü bir tüketim kültürüne hapsolmuştu. Ne dünyası yahu, dünyanın bir kabahati yok: İnsanlar tüketim hastalığının pençesinde kıvranıyordu! 

Haydi biraz daha bilmişlik yapayım, tabi ki insanlar tüketme derdinde değillerdi. Tüketimi körükleyen ve tüketim olmaksızın bir dakika bile ayakta duramayacak bir üretim kültürü, üretim sistemleri, üretim sektörleri inşa etmiştik ve buna kendini tam kaptırmış olanları modern, kaptıracak gücü olmayanları da yoksul olarak etiketleyip hayatımıza devam ediyorduk. 

Her şey üretiliyordu ve her şey aşırı miktarda üretiliyordu. Siz de şimdi, şimdi değilse az sonra, az sonra değilse yarın ama en geç üç vakte kadar tüketime bir yerde katılmak zorunda kalıyor veya katılmazsanız yalnızlaşacağınızı bildiğiniz bir kültüre mahkum yaşıyordunuz.

Peh.

Ne hayat ama!

Önce Çin’de çıktı bizim çağdaş peygamber. Normal dediniz, Çin’de çıkabilir. Çin’dekiler düşünsün. Çünkü bir şey Çin’deyse Çin’de yaşayanların düşünmesi gereken bir kültürün parçalarıydık. Çin ne üretiyorsa onu tüketiyorduk, virüs üretince onu mu tüketmeyecektik? Gro Harlem Brundtland, ünlü Brundtland komisyonu çalışmalarında, “dünyanın bir ucundaki salgın önlenmezse, tüm dünyanın sorunu olur” demiş ve sürdürülebilirlik çalışmalarının yolunu açmıştı elli sene önce Dünya Sağlık Örgütü’nde.

Oysa şimdi tüketim ve Twitter çağındaydık ve ne Brundtland’ı, ne komisyonunu, ne raporunu bilen vardı aramızda, ne de “Our Common Future” kavramındaki “common” yaşadığımız hakikatini.

Dünya Sağlık Örgütü için hemen bir karalama kampanyası başlatıldı (iddialar bunun Çin kaynaklı olduğunu gösteriyor) ve aşırı siyasi ve marjinal tüketim toplumu bunu satın aldı.

Herkes her yere uçuyordu. Herkes her yere gidip geliyordu. Herkes çok önemliydi, herkesin işi çok önemliydi, herkes her yere uçmalıydı. Herkes turistti. Herkes gazeteciydi. Herkes yorumcuydu. Herkes analistti. Plancıydı. Gezgindi.

Herkes müşteriydi. Herkes haklıydı. Herkes sıradaydı. Herkes öncelikliydi. Herkes en güzel sıfatlarla, her şeyin en güzeline layıktı. Herkes biricikti.

Böylece herkes birer Covid-19 taşıyıcısı da oldu. Çünkü virüs evreninde geçmiyordu modern ve pırıltılı kimlikler. Virüs girdiği hücreyi tanımıyordu. Ona göre herkes Allah’ın eşit yarattığı kullardı.

Üretimi durdurdu.

Tüketimi bıçak gibi kesti.

Gezmeleri, acil ve önemli işleri kesti. 

Herkesi sığınağına kapattı.

Küresel ve hümanist bir devrim başlatmıştı sanki insana karşı.

Hava kirliliğini bitirdi.

Aşırı tüketimi, alışverişleri kesti. Lüks tüketimi kesti.

İnsan sağlığı ve sağlık sistemleri birinci gündem oldu.

İnsanları dayanışmak, kenetlenmek, yardımlaşmak zorunda bıraktı.

Ofislere tıkılmış, sanayi devriminin üretim bandı verimliliği mantığıyla ofis işi yaptırılan modern köleleri mekansal olarak özgürleştirdi. Ofisleri darmadağın etti. 

Çatışma mobil toplantılara kaydı. Yeni cephe şirket içi online toplantılar oldu. Çalışanlarını inlerine kadar takip etmeye ve nereye giderse gitsin ensesinde olduğu hissiyatını vermeye and içmiş vahşi kapitalizm, virüsün salvolarını önceleri “acımadı ki” diye savuşturmuş gibi yapsa da, zaman ilerledikçe ekonomik olarak belinin kırılacağını anladı.

Modern peygamber, acımıyordu gerçekten. Yaratan Rabbi’nin adıyla vuruyordu, kimin kim olduğuna bakmadan. Nasıl ki gerçek peygamberlerin etrafındakiler günahlardan sakındıklarını göstermek adına hep başını ve omuzlarını örttüyse; bu modern peygamber de örtüyü vurdu herkesin ağzının burnunun ortasına. Sakınanlar örtündü, maskesini örttü.

Kalabalıklar ise her gerçek peygamberin zamanında olduğu gibi Hak’tan bir laf işitince daha çok azıtanlar gibi maske takmamaya, öpüşüp koklaşmaya, gezmeye devam etti.

Covid-19, dinlerin tümünden daha hızlı yayıldı. Facebook’tan bile daha hızlı yayıldı.

Vahşi kapitalizme, sosyalizmin hayal bile edemeyeceği hızla diz çöktürdü. Uçaklar yerde, gemiler limanda kaldı. Oteller kapandı. Spor kulüpleri kapandı. Kafeler kapandı. Restoranlar kapandı. Maçlar, yarışmalar, eğlenceler, aşırılıklar durdu.

Zaten ne açlığı bitirmeye yaramışlardı, ne yoksulu doyurmaya.

Ne sağlık kazandırmıştı spor kulüpleri insanlara, ne de uçaklar iyiliği yayabilmişti dünyaya.

Modern peygamber, vahşi kapitalizmin kalesini… Geometri bilmeyenin kapısından giremediği, hep birlikte gelişmeyi değil, bireysel olarak diğerlerini geçebilmeyi ve alt edebilmeyi öğreten, birer yarış atı gibi hazırlandığı sınavlarda istenilen cevabı vermenin ötesinde hiçbir felsefi derinliği ve hiçbir eleştiriye tahammülü olmayan insanları yetiştiren okulları kapattırdı.

Kendi kendini kutsallaştırmada Vatikan ile yarışabilecek tutuculuktaki modern eğitim sistemi çöktü.

Doğanın sunduğu denizi, kumu, güneşi, betonla çevrelediği yerde insanlara fahiş fiyata sattıkça satan, asla insanlığın yararına bir şey üretmemiş otelleri kapattırdı.

Bir gün önce insanların hayrına tek bir şey üretmezken, gelir üzerine gelir, kâr üzerine kâr çakan, dik durana bir, düşene iki tekme vuran vahşi kapitalist sistemler, salgınla birlikte bir bir kapanınca, kazanırken kimseye acımayan patronlar başladı mı “acıyın bize” diye ağlamaya?

Nasıl ağlıyorlar ama?

Gelir adaletsizliği umrunda değil. Açlar, yoksullar umrunda değil. Eğitimi, sağlıklı bir çevreyi geçtim, temiz suya erişimi olmayan bir milyar insan umrunda değil. Okula gidemeyen çocuklar, şu veya bu nedenle eğitimden yoksun bırakılan kız çocuklar umrunda değil. Erken evlendirilen, tacize, tecavüze, istismara uğrayan çocuklar umrunda değil. Küresel ısınma, iklim değişikliği umrunda değil. Bırak torunlarımızı, kendine bile on yıl sonra içecek su kalmamış, umrunda değil. Bir milyon doları varken en büyük derdi, bir milyonum daha olsun… Bir milyar doları varken, en büyük derdi bir milyarım daha olsun… Ağlıyorlar bu düzen kesildi diye.

Covid böyle esip geçiyor işte 2020 yılının ve insanlığın üzerinden.

Tarihin gördüğü en büyük krizlerden birinin içindeyiz ve her geçen gün en zenginler daha zengin olmaya, yoksullar daha da yoksullaşmaya devam ediyor.

Kriz henüz geçmiş de değil: İşin kötü tarafı, öyle bir sınav ki bu, bittiği zaman döneceğimizi umduğumuz normal, zaten insanlığı ve doğal hayatı yok eden ve sürekli başka büyük felaketlere neden olan bir yaşam. İnsanlar dünyayı ve insanlığı yok ediyordu hiç utanmadan, şimdi Covid yok ediyor. Bir an evvel normale dönelim diyen herkes bilip bilmeden Covid ile çatışıyor aslında, “önce sen mi yok edeceksin, ben mi” diye!

Covid nedeniyle bir şey olmaz da sağ kalırsak, 2020 mezunları olarak bu gerçeklikleri unutmayın. Covid 2020 mezunlarını hemen tanırsınız: Vahşi kapitalizmin karşısında ise mezundur. Değilse, vahşetin memurudur.

Kendi hayatınıza ve şu anda ne olup bittiğinden habersiz genç nesillere 2020 diplomanızın size öğretmeye çalıştığı bu ana fikirle dönüp bakın: 

Ne uğruna, neyi yaşıyoruz biz?

Bir ölümlü olarak, neyi savunuyoruz biz?