Sosyal medya, bir eğlence aracı olmasının yanı sıra kesinlikle bir egemenlik alanı değil, olsa olsa (gerçek hesap olsun-olmasın) bir kişisel itibar alanıdır. Henüz milyonlarca insanın, bir ülkedeki tüm yasalara uymasını bile asla sağlayamadığımız bir dünyada, nasıl olup da milyarlarca insan sosyal medya şirketlerinin algoritmalarıyla adeta birer dijital asker (veya taşeron işçi) haline gelmiştir, buna dikkat etmek gerek. Milyarlarca insanın, bu devrimin büyüsüne kapıldığını söylemek bence asla yanlış olmaz.

Hal böyle olunca, milyarlarca insanın toplandığı az sayıda girişimde, egemenlik risklerinin de oluşması kaçınılmazdır. Bu noktada, sosyal medya şirketlerinin egemenlik alanlarını hedef aldığını kast etmiyorum. Milyarlarca insanın kendi rızasıyla verdiği bilgiler ve sosyal medya uygulamalarının sahip olduğu araçlar, gerektiğinde egemenlik riskleri de oluşturacak bir veri yönetim gücü ortaya çıkarmaktadır.

Birleşmiş Milletler, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kuruldu. Bünyesinde ne kadar ülke temsil edilirse edilsin, en kalabalığının Çin olduğunu ve bu ülkede 1,5 milyar insan yaşadığını biliyoruz. Bu kadar sayıda insanın sadece tek bir Kaliforniyalı girişimin blogunda hareket ediyor olması ve Kaliforniya’daki toplam beş-altı girişimci şirketin elindeki toplam kullanıcı sayısının Birleşmiş Milletler’e üye ülkelerin toplam nüfusu kadar olması bir tek bana mı tuhaf ve hukuk-üstü geliyor?!

Böylesine büyük bir veri havuzunun içinden, bu veriyi okuyabilen herhangi bir alt bileşenin, belli bir bölgenin veya topluluğun egemenliğini hedef alması olasıdır. Bunu kim neden yapsın diye sorup cevap aramak akıllı insanın işi değildir, bu niyet okumak olur. Bunun ‘yapılabilir’ olması riski tanımlamak için yeterlidir.

Eğlenirken tüm verileri elden kaçırıyoruz

Tüm bu tabloya bir de ABD, Çin ve Rusya gibi ekonomik devlerin arasındaki ticaret ve veri savaşlarını da eklerseniz, örneğin Türkiye’deki bir sosyal medya kullanıcısının “verilerim ABD’li bir şirkete gitmesin bu egemenliğimize aykırı” filan derken gidip onun ticari rakibi olan Çinli veya Rus bir uygulamaya takılması veya kimbilir belki de verilerin Çinli veya Rus şirketten yola çıkıp iki-üç durak sonra yine bir ABD’li şirkete satılması da olası.

Dolayısıyla; hangi egemenlik, hangi itibar?

Sosyal medyada tam egemenlik isteyenin yapması gereken tek şey orada tamamen var olmamak veya neyle muhatap olduğunu çok iyi bilerek var olmaktır.

Üçüncü bir seçenek ise bu sistemlerin kurucusu (ilki) olmaktır. Ancak maalesef Türkiye asla girişimci ve yenilikçi düşüncenin ve felsefenin yurdu olamamıştır. Bundan sonra olmaması için bir engel de yoktur ama ha demekle olmayacağı için bu kimlikte bir ülkenin, fikir ve girişim özgürlüğünün inşa edilmesi ve devlet tarafından desteklenmesi için gerekli adımların da atılması gerekir. Bunu sürekli olarak “milli değerlerimize bağlı” nesiller yetiştirelim diyen bir devlet düşüncesiyle başarmak mümkün olmamakla birlikte, küresel ekosistemin, siber savaşların ve ekolojik risklerin yeni tiplerine bakınca yakın gelecekte hiçbir ülke için “milli değer” diye bir şeyin kalmayacağını da rahatlıkla söyleyebilirim. Eskiyi korumak isteyen her sistem yıkılacak. Milli değerlerimizi seviyorsak, onları yarının dünyasında nasıl var edebiliriz diye yeniden yorumlamak zorundayız. Aksi takdirde bunun İslam veya başka bir sistemle ilgisi yok, örneğin bizden daha zengin Almanya’nın bile on yıl sonra gelişmiş dünyanın içinde yeri ne olacaktır, son derece tartışmalıdır. Aynı şey Almanca için de geçerlidir. Yerel dil olmanın dışında, 21. yüzyılın ikinci yarısına geçen yüzyıldan değer veya gelenek aktarmanız çok zordur.

2053 ideası, romantiktir, gerçekçi değildir. Yerli ve milli 2053 veya 2071 ideası, yeni rekabet ve çatışma alanlarına göre yerli değerler revize edilmeden ve küresel rekabete zihinsel olarak katılmadan başarılamaz. Kısacası, yeni ve kimsenin bilmediği bir şeyler icat etmediğimiz sürece veya icat edenlerin girişimlerini satın almadığımız sürece bu hikayedeki yerimizin ve rolümüzün değişme şansı da yoktur.

Kimlere veri sattığımıza dönecek olursak; medyanın eğlence aracı olduğunu hatırlar ve örneğin onların elindeki bloglara sahih olmayan verileri yüklerseniz, sizden veri toplamak isteyenlerin torbasını da çöple doldurursunuz. Tabi ki bazı uygulamalarda tek, bazılarında iki adımlı doğrulama girişleri yapılmasının nedeni de talep ettikleri esas değerli verileri en başta alabilmektir. Ne için savaştıklarını kolayca görebilirsiniz.

Biz post-modern toplumlar, internetin hayatımızı kolaylaştırdığına öyle iman etmiş ve hafızamızı bir taşerona kiralamaya öyle ikna olmuş durumdayız ki, ihtiyacımız olmayan şeylerin bile birer ihtiyaç olduğunu düşünüp verileri oraya kendi elimizle yüklüyoruz.

Regl tarihlerimiz, kalp atışlarımız, mutlu olup olmadığımız gibi duygu takiplerinin bile yapıldığı bir ortamda, sırlarımızı sadece annemizden saklamaya devam ediyoruz. Bu da son derece ilginç ve modern ötesi.

Bedavaya verdiğimiz verilerin ekonomik büyüklüğü

Sosyal medyanın tabi ki faydalı yönleri var. Öncelikle bu faydaları neyin karşılığında onlara sunduğumuzu izah etmeye çalıştım. Kişisel verilerimizi bedavaya satıyoruz.

Onlar da bunları kullanarak yılda birkaç yüz milyar dolarcık (!) kazanıyor.

Facebook’un 2018 geliri 55.8 milyar dolar, 2019 geliri 70.7 milyar dolar. Twitter’ın 2018 geliri 3 milyar dolar, 2019 geliri 3.46 milyar dolar. Instagram 2018 geliri 6.84 milyar dolar, 2019 toplam geliri 14 milyar dolar. Snapchat 2018 geliri 1.18 milyar dolar, 2019 geliri 1.7 milyar dolar. YouTube, Google’ın toplam gelirlerinin %10’unu sağlıyor ve ilk kez açıklanan yıllık geliri 2019 yılında 15 milyar dolar.

Saniyenin yarısı kadar bir sürede aradığımız şeyle ilgili birkaç milyon sonuç getiren Google’ın, her ne kadar kullanıcılar arama sonuçlarının sadece ilk 2 sayfasına bakıyor olsa da, 2019 geliri 162 milyar dolar.

Microsoft’un 2016 yılında satın aldığı LinkedIn uygulamasının 2018 geliri 5.26 milyar dolar, 2019 geliri 6.8 milyar dolar. Bir örnek olarak, sosyal medya uygulamaları arasında kravatlı gezen tek uygulama olan (renksiz Bill Gates’in satın almasına şaşmamalı) LinkedIn için Microsoft 2016’da hisse başına 196 USD ödeyerek toplam 26.2 milyar dolara almıştı. Az sonra vereceğim bilgilerle karşılaştırma yaparken işinize yarar diye bunu özellikle ekledim.

ByteDance’in sahibi olduğu, son dönemin gözde sosyal medya uygulaması TikTok’un 2018 geliri 7.2 milyar dolar, 2019 geliri ise (sıkı durun) 176.9 milyar dolar! TikTok bu seviyeye 2017 yılında hizmete girdikten sonra geldi. Henüz halka açık hissesi olmayan TikTok, ByteDance adlı Çinli bir start-up şirketine ait. ByteDance’in piyasa değeri ise 100 milyar doların üzerinde tahmin ediliyor.

Şimdi bu veriler ışığıda iki konuya dikkat çekmek istiyorum:

Birincisi; Türkiye’nin sosyal medya tartışmaları sadece ABD’li şirketler üzerinden yürüyor. Türkiye ile sosyal medya ilişkisinin iki evresi var: Gezi olaylarına kadar Türkiye sosyal medya kullanıcı sayısında dünyanın en hızlı büyüyen pazarlarından biriydi. Gezi sonrası dönemde ise sadece sosyal medyaya yönelik engellemelerle gündeme geldi.

Türkiye “kullanıcısı” veya başka bir deyişle bağımlısı olduğu bu sosyal medyanın bir girişimcisi olabilmiş değil. Girişimcisi olamadığımız bu pazar ile kendi ekonomik büyüklüklerimizi kıyaslamak için size bir anahtar sunayım: Fortune 500 (2020) listesine göre ülkemizin en büyük 10 şirketi ve büyüklükleri şöyle:

  1. Türkiye Petrol Rafinerileri A.Ş. | 89.6 milyar TL
  2. Enerji Piyasaları A.Ş. | 87.9 milyar TL
  3. Türk Hava Yolları A.O. | 75.1 milyar TL
  4. Petrol Ofisi A.Ş. | 53.6 milyar TL
  5. Opet Petrolcülük A.Ş. | 46.3 milyar TL
  6. BİM Birleşik Mağazacılık A.Ş. | 40.2 milyar TL
  7. Ford Otomotiv Sanayi A.Ş. | 39.2 milyar TL
  8. Ahlatcı Kuyumculuk A.Ş. | 34.7 milyar TL
  9. Arçelik A.Ş. | 31.9 milyar TL
  10. Rönesans İnşaat | 28.7 milyar TL

Fortune 500 Türkiye listesindeki 500 şirketin net satış gelirleri, Fortune 500 ABD listesinin 1 numarası Walmart’ın yıllık gelirlerinin %61’ine denk geliyor. Büyüklük farkını önce bu açıdan görelim.

Türkiye’nin bankalarındaki toplam mevduat 3 trilyon 173 milyar TL. Bu veri TCMB tarafından 17.07.2020 tarihinde açıklanmış. Aynı tarihli USD kuru ise 6.8568 TL. Buna göre Türkiye’deki toplam mevduat 17.07.2020 itibariyle 541.76 milyar USD.

Yazımda örnek verdiğim Facebook, Twitter, Instagram, Snapchat, YouTube, LinkedIn, TikTok yıllık gelirlerinin 288.56 milyar dolar olduğunu dikkate alırsak… Türkiye’deki toplam mevduat, 6 ABD’li, 1 Çinli, toplam 7 sosyal medya şirketinin yıllık gelirinin iki katı kadar.

Siz buna, sadece 7 sosyal medya şirketi, Türk bankalarının toplam mevduatının yarısı kadar yıllık reklam geliri kazanıyor da diyebilirsiniz.

Fortune 500 listesinin ilk 10 sırasındaki dev Türk şirketlerinin yıllık geliri olan 76.88 milyar USD’yi, bu 7 şirketin yıllık 288.56 milyar dolarlık geliriyle karşılaştırmak isterseniz bu da önemli bir gösterge olacaktır.

Streaming hızla gelişiyor

Veri mülkiyeti demişken, telif hakları alanından çözümlerle hayatımıza giren Apple Music, Spotify, Netflix, Apple TV, Disney TV gibi ücretli aboneliğe dayanan streaming platformlarının gelirlerini, hizmetin bedava olmaması nedeniyle örneğe eklemedim.

Online kullanıcı deneyimleri üzerine gelişen bu pazarın büyüklüğüne de bakacak olursak: Apple Music 2018 geliri 64 milyar dolar. Spotify 2018 geliri 6 milyar dolar. Netflix 2019 geliri 20.15 milyar dolar. Apple TV Plus ve Disney Plus yıllık gelirinden bahsetmek için ise henüz erken. Hem yeni yayına başladılar, hem de Apple yeni iPhone alanlara 1 yıllık ücretsiz abonelik sunuyor. (Türkiye’de kullanıma sunulmadı)

Apple ve Disney’in video gelirleri bir yana, Apple Music, Spotify ve Netflix’in yıllık gelirlerinin 90.15 milyar olduğunu görüyoruz. Sadece bu 3 online hizmet, Fortune 500 Türkiye ilk 10 şirketinin yıllık gelirinden 13 milyar dolar daha fazla.

Streaming söz konusu olunca, burada yapım, prodüksiyon ve telif giderleri çok yüksek. Kârlılığın çok yüksek olduğu bir alan değil. Ancak burada kullanıcı sayısı ve verileri de çok büyük önem taşıyor. Dünya genelinde, Apple Music 68 milyon üyeye sahip. Avrupalı Spotify’ın 299 milyon kullanıcısı, 138 milyon üyesi var. Netflix ise 182.8 milyon üye ile dünyanın en büyük eğlence markalarından biri haline geldi.

Disney Plus’ın Nisan 2020 itibariyle 50 milyon, Mayıs 2020 itibariyle ise 54.5 milyon üyesi var. Apple TV hakkında ise kesin bir bilgi olmamakla birlikte bir kaynağa göre bu mecra 33 milyon üyeye ulaştı.

Yeni ve yerli bir otomobil yapalım, yapabilirsek en hızlısını da yapalım ama büyüklük farkını görüyorsunuz. 500 şirketle yapılan işin yarısını 7 şirketle yapmak için gerekli girişimcilik ortamını, güven ve istikrar ortamını sağlayıp kişi başı gelirde bölgemizde ve Avrupa Birliği’nde herkese meydan okumak varken neden sadece işin hukuki yanıyla gündeme geliyoruz, kendimize soralım.

Ayrıca bu girişimcilik ortamını yaratmak için hükümetin (belirli düzenlemeler haricinde) bir şey yapması da gerekmiyor. Burada esas sorumluluk, ticaret odalarına düşüyor. Bizim patron kuşaklar yaşça biraz bu gelişmeleri okuyamıyor, ülkemizin yarınları için bu anlamda bir gelişim planına cesaret edemiyor diye düşünüyorum açıkçası.

Dünyada 3.6 milyar insan sosyal medyada. Kimi ücretsiz, kimi aylık veya yıllık ücretle üyelik satarak, büyük çoğunluğu reklam geliri elde ederek ekosistemini besliyor. Neredeyse haftada bir güncelleme yapıyor, alışkanlıkları değiştiriyorlar. Milyarlarca doların sürekli olarak el değiştirdiği bu yasal pazara neden girmiyoruz?

ÜÇÜNCÜ YAZI İÇİN TIKLAYIN: İNTERNET DEVRİMİ 3