Dikkat çekmek istediğim diğer konu ise sosyal medyadının sosyal faydaları hakkında:

Sosyal medya, sosyal hayatın bir parçasıdır. Sosyal hayatı, sosyal medyanın bir alt unsuru gibi algılama hatasına düşmemekte fayda var. Nihayet, bir hizmetten değil, hisseleri ABD borsasında işlem gören şirketlerden bahsediyoruz. Bugün nereden kâr elde ediyorsa algoritmasını ona göre yazar, yarın da başka bir şekilde.

Kâr amacı güden ve belli bir ülkenin tekelinde olan bir alandan, yerel bir topluluğa kalıcı sosyal fayda üretemezsiniz. Ya burada yöntemi izleyip bunu yerelleştirmeniz gerekir ya da kalıcı faydaları başka bir araçla üretmeniz. Çoğu sivil toplum girişiminin bu blogları kullanarak yerel faydalar ürettiğini görüyoruz. Güzel örnekler var.

Sosyal medya bu alanda yararlı olmakla birlikte, tek başına bir gelişme veya kalkınma aracı olarak görülmemelidir. Yerel sorunları çözecek olan Facebook değildir, bunu en iyi şekilde kullanabilecek sivil inisiyatiflerdir. Bu nedenle sivil toplumun gücü, hareketliliği ve girişimciliği, sosyal medyanın varlığından daha önemlidir. Bunlar, var oldukça, sosyal medya olmasa bile kodlama ve programlama marifetiyle sorunları yine çözer.

Türkiye’de Haluk Levent’in AHBAP Platformu gibi girişimler de veya ülke genelinde aile içi şiddet, kadına şiddet, çocukların istismarı gibi konularda hızlı ve etkili haberleşme sağlanması adına sosyal medya görünür faydalar sağlıyor. Sosyal medya üzerine getirilen yasal düzenleme taleplerinin en çok bu alanda zarar doğuracağına dair ciddi bir endişe var. Bu endişe de son derece haklı: Çünkü yeni yasayla getirilen düzenleme, sosyal medya servis sağlayıcısı şirkete kurallara uymaması durumunda adım adım yaptırımlar ve hizmeti tamamen durdurmaya kadar cezalar getiriyor.

AHBAP  ve benzerleri için söylenecek tek bir şey var, hatta bunu Haluk Levent’in mutlaka yapması gerekiyor: AHBAP’ın tanınma, güvenilirlik ve yaygınlık sorunu kalmadı. Ancak halen sosyal medya üzerinde çalışıyor. Neden?

Neden kendi app’ini (iOS ve Android uygulamasını) kurup ücretsiz olarak indirilmesini sağlamıyor? Neden tam bağımsız bir sosyal girişim haline gelmiyor?

Sürekli bahsettiğim söz konusu şirketlerin, ülkemizde temsilci bulundurması, ofis açması yine kolay da, verileri ülkemizde saklamalarını istemek, kibarca bu ülkeden gidin demek anlamına geliyor. Nihayet, dünya genelinde 100’den fazla ülkede kullanılan bu sosyal medya uygulamaları, her ülkede veri saklamaz. Bunu öyle sanıyorum ki hissedarlarına da açıklayamaz. Kaldı ki, yönetim kurullarında öyle bir karar alsınlar.

Türkiye belki bazı maddeleri daha çok kullanır ve bazılarında ısrar etmez ama ben ta en başından beri bu alanda hakkımız olduğuna inandığım bazı şeyleri de talep etmekte çok geç kaldığımızı ve konuyu çok yanlış yerlerden ele aldığımızı düşünüyorum.

İşin siyasi yönüne bakarsak, hükümet sosyal medyanın, yazının bu noktasına kadar anlatmaya gayret ettiğim yönlerinden sadece herhangi bir kullanıcı gibi faydalanmaya gayret etti. Daha sonra başbakanlık görevinde de bulunan Binali Yıldırım’ın, henüz Ulaştırma Bakanı iken bulut teknolojilerinden bahsettiği konuşmasında söylediği “fazla kafa yorarsanız sıyırırsınız” esprisi onun tarzının bir yansıması olduğu kadar, maalesef ülkemizdeki olgun kuşakların bu devrime bakış açısını da özetliyordu.

Hükümete şunu sormak isterdim: Belki sizi rahatsız eden, size saldırmaktan başka bir gayesi olmayan, hepimizin hükümete karşı darbe girişiminin parçası olduğuna inandığımız bazı içerikleri veya bundan sonra oluşabilecek girişimleri engellemek adına bu yetkileri istiyor olabilirsiniz. Ama neden ülkemizde sadece ofis açmalarını istediniz?

Avrupa’nın ve bölgemizin en büyük genç nüfusuna sahibiz: Burada birer sosyal medya ve sosyal girişim akademisi açmalarını da istemeliydik. Hem de en az 5 yıl önce!

Hem gençlere iş üretirdik, hem de bugün talep ettiklerimizle ülke imajı açısından totaliter algılanmaktan kurtulurduk. “Dünya versus Erdoğan” (dünya beşten büyüktür ve siz hepiniz ben tek) retoriğine politik olarak saygım var; Cumhurbaşkanı Erdoğan bunun altını destekçilerinin onun için yaptığı güzellemelerden çok daha iyi dolduruyor ama burada öyle bir yol ayrımından sapıyor gibi duruma düşüyor ki, bu da Erdoğan’ın 2001’den beri savunduğu tüm liderlik özellikleriyle ters düşüyor.

Daha kısa izah edeyim: Erdoğan’dan beklenen, sosyal medya şirketlerini karşısına alıp dövmek değil, yerli otomobil işinde yaptığı gibi girişimcilikle meydan okumak olmalıdır.

Kimse burada Erdoğan’ın sosyal medya şirketlerinin hedefi olduğunu sanmasın, Trump’ın başkan seçildiği 2016 seçimlerinde Rusya Facebook’u kullandı mı, kullanmadı mı, ABD Senatosu da henüz anlamış değil.

Facebook’a Senato’da sordular. Facebook adına, Kaliforniya’da terlikle gezen Marc Zuckerberg takım elbise giyerek (cici çocuk) senatoya ifade vermeye gitti. Zuckerberg ne sorulursa sorulsun “damda gezer, miyav miyav der” dedi ama Senato’ya direkt olarak “kedidir” demedi.

Çok taraflı ve yeni bir savaş alanı burası. Burada “işinize gelmezse gidin” veya “gönderirim” demekten ziyade, Sun-Tzu’nun “dostlarını yakın tut, düşmanlarını daha yakın” tavsiyesine uygun stratejiler üretmemiz ulusal çıkarlarımız adına daha önemli.

Yoksa Türkiye zaten ekonomik faydalarının dışında kaldığı bu devrimin, sosyal olarak da dışında kalır. Benim önerim, sosyal olarak bu şirketlerle aramızda uzman ve girişimci yetiştirme programlarının yapılması. Zaten bu konuda programları var. Bizde eksik olan, buna uygun bir iklim ve strateji.

Sosyal faydalarını önemsediğimiz bu ticari alanın, en büyük pazarlama stratejisinin önce sosyal faydaları, daha sonra da ticari faydaları parlatmak olduğunu unutmayalım. Arap Baharı müthiş bir pazarlama aracı olarak kullanıldı. Bu alanda her şey değişebilir. Sahibi değişebilir, hissedarları değişebilir, kullanıcı profili değişebilir, algoritması değişebilir. TikTok başkan Trump’ın kafasını bozunca “satın alın şunu” demedi mi?

Aile içi şiddet, kadına şiddet ve çocuk istismarı gibi alanlarda sosyal medya yerine güçlü yerel haberleşme alternatifleri ve toplumsal dayanışma ağları kurulmasında çok daha büyük bir fayda var. Hem bir yandan, bunları sözlü olarak lanetleyip başka hiçbir şey yapılmamasına neden olan “sosyal tatminden” de kurtulur, gerçek çözümler için hep birlikte kafa yorabiliriz. Türkiye’nin dijital dönüşümü bu kapsamda olmalı.

Ecdadımızın, halkın kendi sorunları için vakıflaşmaya önem vermesi gibi biz de kalıcı ve yıkılmaz toplumsal kazanımlar elde etmeliyiz. Kaliforniya’da terlike gezen sözde genius (!) arkadaşların gizli algoritmaları ile ürettikleri illüzyonların içinde kadına, çocuğa, ezilen gruplara hak aramaya kalkmak, bana göre gidip Rahmi Koç’un evinin önünde dilenmek gibi bir şey. Biz bize yakışanı ve doğruyu bulmalıyız.

Bir yanda internet, dünyadaki geleneksel yönetim ve iş yapma biçimlerini geri dönülmeyecek biçimde değiştirirken, diğer yanda sosyal medya şirketlerinin hizmetlerini ve tekel uygulamalarını bir temel hak gibi görme yanlışına düşülmemeli. Toplumlar özgürlüğün nereden geldiğini ve neye sahip çıkması gerektiğini çok daha bilinçli bir şekilde takip etmeli ve korumalı.

DÖRDÜNCÜ YAZI İÇİN TIKLAYIN: İNTERNET DEVRİMİ 4