Etkileşim yeni bir icat mı?

Sosyal medya kuşağı anlamakta zorlanabilir. Ancak sosyal medya hayatımıza girmeden önce üretilmiş bir içerikle ilgili görenlerin ne düşündüğünü görmek, duymak, anlamak mümkün değildi.

Son dönemde insanlar sosyal medyada üretilen içeriklere gelen tepki ve yorumlara bakarak sık sık “nasıl bir millet olduk biz ya” diyor. Sanki eskiden insanlar içerikleri okuduklarında, izlediklerinde, basma kalıp belli bir pozitif tepki veriyordu da sonradan değişmiş gibi.

Bana sorarsanız eskiden günümüze medya tüketicisinin tutumu değişmedi. Belli başlı tepkileri ve profili de değişmedi.

Bir gazeteyi, bir gazete makalesini, sabah büyük abdestini yaparken kenefte okuyan ve diyelim ki yazarla aynı fikirdeyse içinden “helal olsun” diye düşünüp tuvaletten çıkınca çevresindekilere “falancanın yazısını okudunuz mu, okumadıysanız mutlaka okuyun” diyen kişi ile eğer yazarla aynı fikirde değilse “s*ktir oradan gavurun uşağı” diye düşünen ve hatta bu fikir aykırılıklarından sokak terörü üretmiş olanlar kimdi?

Twitter’da gördüğü ve kendi görüşüyle paralel olan bir yorum veya içeriği “bence de” diyerek RT yapan kişi veya aynı fikirde değilse üzerine “bitin artık, beğenmiyorsanız başka ülkeye yallah” diye yazarak RT eden kişi aslında aynı insanlar.

Eskiden kimseyi duymuyorduk. Şimdi hepsini görüyoruz!

Etkileşim yeni bir icat mıdır derseniz, evet geleneksel medyada üretim yapanların eskinden dolmuşta, vapurda, evinde veya iş yerinde gazeteyi okuyanın ne düşündüğünü asla bilemediği veya bilemeyeceği bir yerden, bunu anlık takip edip görebileceğiniz bir yere gelmek arasında çok fark var. Bu fark da, etkileşim araçları.

Alınan like sayısı veya bir içeriğin görüntülenme sayısı gerçek anlamda bir etkileşim değildir. Bunlara yönelik daha önce de belli ölçüm araçları vardı. Ama her okuyucunun ne düşündüğünü görebilmek, ne mırıldandığını duyabilmek ve onu hiç görmeden kim olduğunu analiz edebilmek yeni ve gerçekçidir.

Bazı gelenekselciler “burası ne biçim bir yer oldu” diye söyleniyor hakikati gördükçe.

Açıkçası, geleneksel medyaya 1993 yılında adımını atmış biri olarak ben şunu çok kolaylıkla söyleyebilirim ki, eskiden geleneksel medyada üretilen içeriği kesip duvarına asmak, dosyalayıp arşivlemek (arkasından yapılan tüm yorumları yazarı görmediği için) gurur veriyordu. Şimdi bu ucuz ve kolay yoldan gurur toplayıp biriktirme sona erdi. Evet binlerce yıldır toplum hep böyleydi ama daha önce sizin sözünüzün altına yorum yazamıyorlar diye siz üretiminizin keyfine bakıyordunuz.

İster Antik Yunan’a gidin, ister Roma’ya, ister tasavvufla yoğrulan Anadolu’ya, hiçbirinde üst kültürün halkın geniş tabanı için bugünkü elitlerden farklı bir şey söylediğini göremezsiniz.

Medya üretim biçimi artık temelli olarak değişmiş, geleneksel kültür hiyerarşisi yıkılmıştır. Sosyal medyaya düzenleme getirmek ile internet çok farklı alanlardır. Sosyal medya her zaman yönetilebilir ancak internet geleneksel üretim biçimlerini kalıcı biçimde dönüştürmüştür.

Bu özgürlük alanı neden her kesimi bir şekilde rahatsız etmektedir ve “özgürlük” diye bağırıp çağıranlar neden böylesine hakiki bir özgürleştirme reformu karşısında özgürlükten değil de denetimden yana olmuştur, ibret alınacak nokta bence budur.

“Okulda defterime, kitaba, ağaçlara, yazarım adını” derken çok romantik gelen şu özgürlük talebi, kendi saf varlığıyla yüzyüze kalındığında neden herkesi korkutmaktadır, bence bunu çok ama çok iyi düşünmek gerek.

Adam Smith okuyunca “ben entelektüelim”… Ama Adam Smith’in bahsettiği gibi bir toplum düzeni görünce “buna karşıyım”… Ne kadar sakat değil mi?

Herkes kendisinden sonra gelenlere sıfatları kendisi dağıtmak istiyor. Tam bir küçük imparatorculuk oyunu. Artık bitti! Herkes kendi sıfatını kendisi seçebiliyor. Üstelik sıkılınca da değiştirebiliyor. Belki elitist değil ama fani olan insanın tabiatına uygun.

Men dakka dukka yani… İnsan aslında doğum ile ölüm arasında eğlenir. Oyalanır.

İnternet üretim biçimlerini geri dönülmeyecek şekilde değiştirmiş, gelenekleri yıkmış ve Adam Smith’in ideali (en azından bu alanda) gerçek olmuştur.

Facebook, Twitter, Instagram, Snapchat, Whatsapp gibi alt ürünlerin bu konuyla ilgisi yoktur. Onlar bugün vardır, yarın satılır, el değiştirir, biçim değiştirir, sosyal medya tam bir kontrol altına bile alınabilir. Ancak internet tüm geleneksel formları yıkmıştır ve geri dönüşü yoktur.

Nereden çıktı bu insanlar?

Hep aramızdaydılar. Daha önce de ifade ettiğim gibi, onların tamamının görüşlerini, tepkilerin görme, dinleme şansımız yoktu. Ciddi bir yaygınlık ve erişim kısıtı da vardı.

Diyelim ki, 100 bin tirajı olan bir gazetenin köşe yazarının makalesi yayımlandıktan sonra gazeteye “beğendik” anafikriyle kaleme alınmış yüz mektup gelse, bu durum yazarı oldukça mutlu ederdi. Şimdi yazar yine makaleyi kaleme alıyor, makalenin linkini de Twitter’da paylaşıyor: On bin kişi görüyor ve diyelim bunun yarısı yazarın görüşüne katılmıyor. Daha yazar kahvaltısını yapmadan 5 bin olumsuz tepki geliyor.

Buna bir de olumsuz görüş bildirenlerle benzer ideolojik görüşte olan ve salt bu mecrada kendi gibi düşünenlere destek vermek için gelip tepkiye katılanları da eklerseniz, doğal olarak yazarın (bir insanın) baş etmesi mümkün olmayan bir hedef kitle ve tepki büyüklüğü ortaya çıkıyor.

Bu hesaba trol sistemini de dahil edin! İnsan zekâsı bu yoğunluğu analiz edemez.

1992 yılında dönemin mizah dergilerinden Avni Dergisi’ne bir dönem ödevim için röportaj yapmaya gitmiştim. Karikatüristlerin ustası Oğuz Aral’ın, Gırgır Dergisi’nde çalışanlara kullanabildikleri kadar toplu taşıma araçlarını kullanmalarını ve vatandaşları gözlemleyerek işe gelip gitmelerini tavsiye ettiğini öğrenmiştim. En doğru analiz yöntemi, içeriği üretecek olanın kendi gözlemlerine dayanmasıydı.

Bu old school yöntemin ardından, bugün içeriğinizin altına ilgili-ilgisiz, onlarca, yüzlerce insanın gelip yorum, görüş ve yer yer kontra bile olsa bir etkileşim bırakması, aslında sosyolojik anlamda bir şans.

Nasıl ki liberal pazarlarda üretilen her şeyin bir merdivenaltı veya eşdeğer ürünleri de piyasaya sürülüyorsa ve bunu durdurmak tarih boyunca nasıl hiç mümkün olmadıysa, sosyal medyadaki merdivenaltı diyebileceğimiz ‘trol içeriklerin’ de orada olması şaşırtıcı olmamalı. Benim esas ilgimi çeken, gerçek hayatta hiçbir alanda pür ve tamamen kayıtlı, ekolojik veya sosyal zararlarından tamamen arındırılmış bir ürün veya sektör olmadığı halde, neden insanların bunu sosyal medyadan bekledikleri!

Tarihte ilk kez, bir içeriğe bakmak için orada toplanmış olanların tamamen ne düşündüklerini veya hangi amaçla orada bulunduklarını bu kadar net izleme ve anlama şansı bulmuşken, neden bundan en yüksek faydayı elde etmek yerine, herkes bunu kendi görüşüne göre diğer farklılıklardan arındırmanın peşine düşüyor?

Sokaktaki bir küfre, çocukların toplumda karşılaşabileceği herhangi bir travmatik söz veya tavra karşı tam bir koruma dünyanın hiçbir yerine inşa edilememişken, bununla ilgili olarak sosyal medyada hep bir talebin canlı tutulmasının nedeni teknolojinin kabiliyetlerine herkesin çok fazla inanması olabilir. Gündelik hayattaki binlerce yıllık “ağzı torba değil ki büzesin” deyişine karşı, sosyal medyada “şunu şikayet edelim de hesabını askıya aldırtalım” diye bir talep gelişmiş olması ilginç. Ağzı torba değil ki büzesin diyerek iletişim özgürlüğünü savunuyor ama internete gelince özgürlüğü bırakıp “şu ağzı nasıl büzebilirim” diye yolunu arıyor.

Sosyal medyanın halen hayatta kalan belirli özgürlük becerilerinden biri de bu gibi durumlarda karşımıza çıkan, üreticiyi salt bir varlığa indirgememesi. Aslında sosyal medya size hatalarınızı tekrar etme fırsatı veren, son derece bağışlayıcı bir sistem. Bu denli bağışlayıcı olmak istemesinin temel nedeni de kuşkusuz, kullanıcı sayısı ve buna bağlı olarak elde edilen ve elde tutulan kullanıcı verilerinden para kazanıyor olması.

Öyle olunca da, kişiyi değil kişinin sosyal medyadaki yansımasını muhatap alıyorlar. Sistemi kötüye kullansanız bile çeşitli arka kapılar üreterek arzu edenlerin buradan serbestçe girip çıkmasına izin veriyor.

Bu işin hakikati bu iken, bunun içerik kısmına bakılarak yapılan toplumsal veya bireysel değişim analizlerini ben oldukça gülünç buluyorum. Her şeyden önce bu alanı akademik veya bilimsel bir inceleme alanı olarak görmeyi de son derece gülünç buluyorum, çünkü sosyal medya bana ve herkese, ilk ve tek olarak “kendimiz gibi olmama” fırsatı sunan ve servetini de buna borçlu olan bir sektör.

Tamamen kişiye özel olarak çekilen verilerden oluşan timeline üzerinde günlük bir anket yayınlayıp, gelen oyları yorumlayan Prof’lar var. İnsan kendini kaptırıyor.

Kendimiz gibi olmama özgürlüğünü sonuna kadar kullanmak da, sonuna kadar kendimiz gibi olmaya çalışmak da tamamen bize bırakılmış ve biz bu iki seçenek arasında nerede olduğumuzu veya başkalarını tartışırken, sosyal medya şirketleri “hepimizin” aynı anda orada olmasından tarihteki en büyük gelirleri kazanıyor.

Özetlemek gerekirse; sosyal medya üzerine her tartışma bir yem ve hepimiz birer avız. Avcılarsa dünyanın en zengin insanları listesinin ilk 10 sırasını işgal ediyor.