Son zamanlarda “yankı odası” etkisini, siyasette, toplumda ve sosyal medyada çok belirgin biçimlerde görüyoruz. Yankı odası meselesi, bir pandemi gibi her topluluğa yayılıyor. Whatsapp grupları, sosyal medya ile hayatımıza giren “timeline” algısı, hibrit modele geçen şirketlerin iç toplantıları, kulüplerin taraftar grupları, aile iletişim grupları, rutin komşu-arkadaş buluşmaları her geçen gün daha belirgin şekilde, bir fanusun içinde yaşanıyormuş gibi, gerçeklikten kopuk ilişkiler kurulmasına sahne oluyor.

Ne ilginç değil mi: Yeni teknolojiler bir yandan sıradan bir bireyin gündelik hayatına tamamen niceliksel (like, follower, etkileşim, görüntülenme sayısı vb.) değerler sokmayı başardığı halde, bu nicelik temelli algoritmalarıyla insanların gerçeklikten ve köklerinden daha fazla uzaklaşmasına ve yalnızlaşmasına neden oluyor. Kendi kârı için birleştirip çoklaştırıyor ama bireyleri ve toplulukları da uzaklaştırıyor.

Yankılara ve sağırlığa ihtiyacımız mı var?

Bir ilişki veya iletişim ortamının yankı odasına dönüşmesi için iki özelliğin biraraya gelmesi gerekiyor:

Birincisi; grubun içinde grubu birlikte tutan görüş, düşünüş, gelenek veya kültürel özelliklere uymayanların (farklı olanların) dışlanması veya grubun dışına çıkarılmaları. Buna arındırma da diyebiliriz.

İkincisi ise gruba hakim olan görüş, düşünüş ve kültürün sürekli olarak tekrar edilmesi. Aslında, görüşümüzü rahatsız eden farklılıkları uzak tutarken, kendi kendini onaylamak. Buna da aptallaşma diyebiliriz.

Bulunduğunuz yerde grubun sahip olduğu ortak görüş biçimi, gruptaki herkes tarafından her zaman doğru ve haklı bulunuyorsa, farklılıklar gerginlik yaratıyorsa, tebrikler, siz de artık bir yankı odasına aitsiniz.

Bu tutum, grubun bir süre sonra kendi vasatını imar etmesine neden olur. Ancak grup bu durumu, kendi kültürlerini güvende tuttuğu düşüncesiyle savunur. Aralarında farklı bir görüşe yer olmadığı için, içine düştükleri vasatın farkına varamaz ve bu da grubu önce sağır, sonra da aptal yapar. Aslında grubun her üyesi bir diğerini dinlerken sadece kendini dinlemektedir.

Yankı odaları ve vasatlık, çok ciddi bir tuzaktır. Tüm işletme körlükleri, sonu krizlere çıkan kararlar, verimsizlik, süper egolar, eleştiriye tahammülsüzlük, onarılmaz ekip çatışmaları (anlaşmazlıklar) ve nihayet çoğu durumda kurumsal aidiyet sorunları, yankı odaları sayesinde ortaya çıkan vasatlığın birer sonucudur.

Empati, işbirlikleri, yardımlaşma, takım çalışmaları, sınıf etkinlikleri, sivil dayanışma gibi kavramlar sayesinde ise insanlar akvaryumlarından çıkar, yankı odasının dışındaki sesleri ve gerçekleri fark eder. Ancak bu adımları atmanın bir maliyeti de olacaktır: Platon’un mağara alegorisinin temel önermesi burada da çalışır. Bir yankı odasını terk edip farkındalığınızı artırırsanız, grubun içine döndüğünüzde artık grupta bir yeriniz olmayacaktır.

Kısacası, eğer kendimizi konfor alanımızda tutmak ve sahte de olsa bir güvenlik duygusu inşa etmek istiyorsak, yankılara ve sağırlığa ihtiyacımız oluyor. İnsanların ve toplulukların algısını kolayca etkilemek istiyorsak, bu durumda da yankı odaları inşa etmek işe yarıyor. Yankı odaları işte bu anlamda kullanışlı bir araca dönüşüyor.

Muhafazakârlık kavramı doğru bilinmiyor

Empati ile (onun zıddı olan) muhafazakârlık bir zekâ meselesi değil, bir tavır meselesidir. Muhafazakârlık ile dindarlık kavramlarını birbiriyle aynı anlamda kullananların bu konuda kafası karışık. Muhafazakâr, tavır olarak empati yapmaz. Oysa, dindar empati yapmaz diyemeyiz, çünkü dinlerin temel öğretilerinden biri diğergamlıktır.

Kadim öğretiler, “herkesi kendin gibi bilmemeyi” öğütler. Herkesin sizinle aynı olmasını istemek muhafazakârlık, kendi gibi olmayanı anlama çabası (egodan dışarı çıkmak) ise (bir yolculuk) dindarlıktır özünde. Dindarlığı sadece ezoterik dinlerle sınırlı zannedenlerin de burada kafası karışıyor. Dindarlık, yolculuktur; belli bir yola ait olmaktır. Bir kulüp kültürü inşa etmek de, bir şirket kültürü yaratmak da bu nev’i bir yolculuktur.

Kapalı sistemlerin hiçbiri aralarına harici unsur kabul etmez. Kendi kültünü yaratabilmek için diğerlerini ortadan kaldıran tüm sistemler muhafazakârdır. Kendi yankısını dinler durur. Kendini güçlendirmek için farklılıkları iç sistemine dahil eden sistemler ise evrenseldir. Yaratılış bakımından insan da harici unsurları bünyesine dahil ederek güçlü bir bağışıklık inşa eder. Kendini yalnız kendi muhteviyatından müteşekkil olarak var edenin dayanıklılığı mutlaka çöker.

Demek ki insanları ve sistemleri, ideolojilerine veya bağlı bulundukları statükoya göre tanımlamak yerine, empati yapabilen ve yapamayan olarak ayırmak, ahlâk ve kültür arasındaki ilişkiye değer ve anlam katmak açısından çok daha isabetli olur. Kapalı ve kapanan sistemler çöker. Açık ve açılan sistemler adapte olur.

Mesele algoritmanın (muhakemenin) kendisi değil, o algoritmayı neden kullandığınızdır. Mesele şirket sahibi olup olmamak değil, şirketi nasıl yönettiğinizdir. Mesele kapitalizm veya sosyalizm değil, bunları nasıl kullandığınızdır. Mesele dindar olup olmamak değil, yolda doğru yürüyüp yürümediğinizdir.

Siyasette fanus etkisi

Yankı odası etkisinin en korkutucu yanı, mensubu olduğununuz görüşün herkese ve her yere hakim olduğu algısına kolayca kapılmanıza neden olmasıdır. Algı ve analiz körlükleri, yankı odalarının kaçınılmaz sonucudur.

Siyaset, geleneksel, dikey – hiyerarşik yapılanma modeline göre yönetildiği için ve üyeleri haricindeki unsurları dışarıda tuttuğu için kendi fanuslarını inşa eder ve içinde yaşar. Sadece propaganda döneminde farklılıklarla karşılaşmak siyasetin bağışıklığını güçlendirmez, üstelik herkes kendi tarafının propagandasına maruz kaldığı için mesafe açılır, fanus daha da kalınlaşır. Bu tuzaktan çıkmanın yolu, seçim dönemi haricinde açık, şeffaf ve farklılıkları kapsayan, kalıcı bir ilişki ve iletişim sistemi inşa etmektir.

Siyasette ve yönetim sanatında gücünüzün zirvesine ulaşınca başlayan körlük ve sağırlığın sebebi de yankı odası etkisidir. Gücün zirvesi denilen yerde, artık orada olmanızın getirdiği otorite ve irade dışında hiçbir sese yer vermek istemezsiniz. Artık oraya aitsinizdir. Kadim ve hakim kültürler, size gücü de bunlarla ölçtürür. Örneğin, bir liderin ne kadar etkili olduğunu o bir şey dediğinde ona kaç kişinin inandığı ile ölçmek gibi. Bu tipik bir yankı odası inşasıdır.

Zirve, fanus içinde ayrı bir fanustur. Kendini olumlamaktan, kendi risklerini de fark edemez. Güç – özgüven ilişkisi, normalde şüpheci bir akılla sizi başarıya ulaştırır ama bu ikisi birbirine açsa, sizi felakete sürükler. Bilge bir insan asla kendi gücü ile özgüvenini birbirine karıştırmaz. İkisini de aynı anda hem sınırsız, hem de kırılgan görebilir. Ancak bu sayede esner ama kırılmaz; yorulur ama başarır.

Yankı odasında sosyal medya etkisi

Son zamanlarda dezenformasyonun etkisi özellikle sosyal medyada çok arttı. Bunun en temel sebeplerinden biri insanların ortalama genel kültürünün geçmiş dönemlere oranla daha düşük olması ve algoritmaları ile nasıl düşünmemiz, konuları nasıl yargılamamız gerektiği konusunda bize yollar gösteren sosyal medyanın gündelik hayatta çok fazla yer işgal ediyor olması. Bir şey insanların hayatında hem etkili, hem de geniş yer kaplıyorsa, kendi fanus etkisini (yankı odasını) yaratabiliyor.

Burada tam da bizi asla bu körlüğe ve sağırlığa düşürmeyecek bir güce nasıl ulaşabileceğimizi de sanırım size aktarmayı başarmış olmalıyım. Elbette kendimizi çok iyi dinledikten sonra benliğimizi kendimiz dışındaki tüm seslere ve etkilere sonuna kadar açabilmiş olmalıyız. Ne kadar dirençli ve güçlü olduğumuz, kendimizden farklı kaç sesi aynı anda duyabildiğimiz ve anlayabildiğimiz ile ölçülmelidir.

Sosyal medyada takip ettiğiniz birine (sahte hesap olmadığını, gerçek bir insan olduğunu varsayıyorum) ne kadar dayanabilirseniz, bu sizi varlık olarak o kadar güçlü hale getirir. Birey olarak toplum içinde bir misyonunuz yoksa, özellikle de aydınlanma ideolojisine hizmet eden bir görüşe sahip değilseniz, beğenmediğiniz herkesi hayatınızdan ve takipten çıkarıp kendinize mis gibi muhafazakâr bir yankı dünyası inşa edebilirsiniz. Bir misyonunuz yoksa bu size daha dingin ve huzur dolu bir yaşam kurabilme şansı verir.

“Düşünüyorum öyleyse varım” tadında aydınlanmacı bir varlık felsefesine inanıyorsanız, eğitimden, bilimden ve pozitif ayrımcılıktan yanaysanız, kendinize her yerde açık bir sistem inşa ederek, yankı odası tuzağından kolayca kurtulabilirsiniz. Muhafazakârların sizi kıskanıp her fırsatta bu gücünüze saldıracaklarını da bilerek, her zaman diyalog kapılarını açık tutup ilerlemenizi tavsiye ederim.

Çünkü muhtaç olduğunuz kudret zaten bu tavırda mevcuttur.